13 Aralık 2009 Pazar

Kazak Vadisi(kımız çiftliği)


İzmirde okuduğum yıllardan beri, gazatelerde görür ve merak ederdim. Şirince gezimizin dönüşünde yolumuzu zorlaştırmak bahasına gitmeye ikna ettim arkadaşlarımı. Resimdede gördüğünüz üzere girişte daha beklentiniz hemen yükseliyor. Doğa harika, hemen ormanın kenarında, çam kokuları, ağaçlar ,bol oksijen insanı hemen sarmalıyor. Önce biraz tereddütlü yürüyoruz otoparktan binalara doğru çünkü ortalıkta kimsecikler yok. Terkedilmiş gibide değil ama açılmamış hissi uyandırıyor. Dönmekle dönmemek arasında karasız ilerliyoruz. O anda dönmek daha iyi olacakmış. Neyse lokanta olacağını tahmin ettiğimiz binanın tam karşısında mermer oyularak yapılmış harika bir kitabe var. Okuduklarımız karşısında tüylerimiz ürperüyor. Kardeşlik bir millet olmak birleşmek üzerine harika bir yazı. Bu duygularla kapalı olduğunu göreceğimiz otağ şeklinde yapılmış binaya gidiyoruz. Camlardan bakmaya çalışmanın bir anlamı olmuyor. Geri dönmeye başladığımızda izmirden gelen bir çiftle karşılaşıyoruz. Lokantanın açık olduğu bilgisiyle sevinip hızlanıyoruz. Kitabenin dolmuşu, otantik ve bizden izler taşıyan tadlarla tanışmanın heyecanıyla neşeleniyoruz.
Lokanta büyük piknik masalarının cilalanmış türeviyle dizayn edilmiş. hepsi temizlik yaparken bir biri üzerine yığılmış ama toparlanmamış. Gençten bir kadın neden orda olduğumuza anlam veremeyen kızgın bakışlarla karşılıyor bizi. Neler yiyebileceğimizi sorduğumuzda hafta içi sadece mantı ve çiğ(şiğ) börek olduğunu öğreniyoruz. Grubumuzda ki tüm hanımlar her iki yemeğide hakkıyla yaptıklarından biraz bozulsada açlık ve yeni yiyecek bir şeyler arama stresinden korkumuza sparişimizi verip oturuyoruz. Zaten soğuk olan salonun üzerine tahta üzerine oturmak dahada perişan olmamıza yardımcı oluyor. Burada bilmediğimiz ve merak ettiğimiz tek şey var oda kımız. Daha önceden deneyen arkadaşların tavsiyesine uyarak bir şişe ve dört bardak istiyoruz. Tabii ki öz verili! garsonumuz bunada sinirlenerek uzaklaşıyor yanımızdan. Allahtan garson korkusuna dört adet spariş etmemişik.  İlk yudumda daha herkez pişman. Bir tek ben inatla alışabilirim diye içmeye çalışıyorum sonucunda tüm gün ağzıma gelmeye devam edecek o tada alışmanın imkanı yok. ilk anda bir atın memesini yalamışsınız hissi bu olsa gerek diye düşünmüştüm. Daha sonra düşündüklerimiyse burada yazmaya cesaret edemiyorum. Keçi sütü yada peyniri tadanlar bilirler. Çokça bir keçi kokusu vardırya bunda da terlemiş at kokusu var. Hiç ama hiç alışkın olduğumuz bir tad değil yani. Neyse yinede iyiki içmeye çalışmışım çünki aynı tadı birazdan mantıdada alacağımız için en azında biraz alışmış oluyorum. Her tabakta dört adet yumruk büyüklüğünde hamur bohçası geliyor önümüze. Daha önce dağistanlı bir ailenin işlettiği bir restoranda aynı formda mantı yediğimden, pek yadırgamıyorum. Kenarında küçük bir parça yoğurt ve mini bir kasede ezme ile servis edilmiş. Bu tabaktaki yenebilecek şeylerinde o yoğurt ve ezme olduğunu hemen öğreniyoruz. Her nekadar ciddi ve suratsız ikinci garsonumuza ısrarla sorsakta o içindekinin koyun kıyması olduğunda ısrarcı. Ama biraz önceki kımız tadında bir kıyma, belkide dilimiz öyle bir hale geldiki her şeyi at tadında hissediyoruz.  Hanımlar hemen mantıyı bırakıp, çiğ böreklere dalıyor. Neyse ki bunlarda kullanılan acımtırak soğan kıymanın tadını bastırmış. En azından aç kalmıyoruz. Ben inatla kımız ve mantı üzerindeyim ama tüm gün çekeceklerimden habersizim. Neyse yemesekte içmesekte parasını ödemek lazım. İşte orda film kopuyor bende. Çok az müessese sahibine diret olarak müdahalede bulunurum. Ortalıkta dolaşan gudubet ihtiyara dönüp " yahu hayatımda yediğim en pahalı ve iğranç mantıyı yapıyorsunuz" dediğimde suratıma öyle bir bakıyor ki nasıl kaçacağımızı bilemiyorum. Dört porsiyon mantı ve sekiz çiğ böreke için 75 lira bayılıp, kaçarcasına çıkıyoruz. Aynı yemeği buyrun parmaklarınız ve gak demeniz içinde 20 liraya ısmarlamaya hazırım. Bandırmanın asırlık çiğbörekçisi 1 liraya satıyor ve bize pahalı geliyor. Anlayın yani durumu. Para tuzağı olmuş biyer. Hiç beğenmedik ve evimize aynı zamandada mide ilaçlarımıza kavuşuncaya kadarda çektiklerimiz yanında ücretsizdi. Biz yedik siz yemeyin. İlla Yerim merak ettim diyorsanız da mutlaka mğde ilaçlarınız yanınızda olsun.

8 Aralık 2009 Salı

Serap ve Solan bir çok goncaya

Serap, kızımız son demokratik hak arayışının kurbanı. Gösteri yapmak değil yakıp yıkmak için meydanlara çıkan, cahil, gönlü karaların soldurduğu bir gonca gül. Hastahanede, kendine geldiğinde yanık dudaklarından dökülen yürek yakan ilk cümleleri okuduğumda kendi kızlarımı düşünmeden edemedim. Bir baba, olarak tepkisiz de kalamadım. O nu bu hale düşürenlerden bunun hesabını devlet sormalı. Hemde öyle bir sormalı ki, yedi düvele örnek olmalı.


Okumuşsunuzdur ya ben yinede hatırlatayım. Serapçık, evine dönmek için bindiği otobüsle birlikte yandı. demokratik hakkını aradığını iddia eden, teröristlerce geleciği karartıldı. o masum ilk kendine geldiğinde "Hayallerimi yaktılar" demiş. Ne büyük acı ailesi için, ne büyük bir ayıp susup göz yumanlar için, ne büyük vebal ön ayak olanlar için.
Bu serapçık değilde, sizin kızınız,anneniz,kız kardeşiniz olabilirdi. Böyle giderse korkarım sıra bizede gelecek çok yakın bir zamanda. O zaman ne yapacağız. Yine sessiz sedasız kalabilecekmiyiz. ey devlet büyükleri sizin evlatlarınız yanıyor sokaklarda hala demokratik hak diyebilecekmisiniz. Hala bilmem kime hoş görünmenin derdini güdebilecekmisiniz. Yüreğim yanıyor, o baba için, o kız çocuğu için kim söndürecek bu ateşi. Bendemi çıkmalıyım sokaklara. Bendemi yakıp yıkmalıyım.
Ey insanlığından utananlar, ey allah korkusu taşıyanlar, ey halkım bağırmak zamanı değilmidir.
DEVLET BAŞA KUZGUN LEŞE!!!

2 Aralık 2009 Çarşamba

Berbat bir konaklama yeri

Size kesinlikle uğramamanız gereken bir yerden bahsetmek istiyorum.
Bayındır Öğretmen evi.
           Bu ülkede gezmediğim az yer vardır. En ücra köşelerine kadar ayak izlerimi bıraktığım iddiasında bulunabilirm. Çok berbat yerlerde kaldım. Berbat olduğunu bile bile gittim hatta. başka ihtimalim yoktu yada o an param ona yetiyordu. Başımda çatı olsun dediğim çok olmuştur. Yani yabancısı değilim. Lüks düşkünüde değilim. ama kapısında öğretmen evi yazan bir yerin bu kadar kötü olabileceğini asla ve asla düşünemezdim.
           Bayındırda konaklanabilecek tek yer Öğretmen evi, alternatifi yok. Sanırım rahatlıklarının başlıca sebebide bu. Önce müdür yardımcısı etiketli odada sıkı bir sorguya çekiliyorsunuz. kimlikleriniz ıcığı cıcığına bir güzel kontrolden geçiyor. Bir sürü evrak hazırlanıyor,imzalanıyor. Bildiğiniz devlet dairesi. Devlet memuru statüsüyle korunan bir garson tarafından odamıza yönlendiriliyoruz. Öyle oda göstermek falan yok. Tarif yeterli. Neyse odalarımıza kavuşuyoruz. İlk dikkat çeken koğuş olarak yapılmış büyükçe bir odada iki küçük yatak. Perdeler havalanınca camın açık olduğunu düşünerek pencereye gidiyorum. Kocaman bir çatlak, arasından bol oksijen doluyor odaya. La havle çekip yerleşmeye çalışıyoruz. Kalorifer petekleri buz. Onun yerine birer klima emrimize amade. Gece boyu takırdayacağını vede bizi uyutmayacağını daha bilmiyoruz tabii ki. Balkon kapılarının kilitleri çalışmıyor ve en güzelide balkonlar bir birine bitişik. Paranoya yapmamaya çalışıyoruz. Kendimizce bir kaç önlem aldıktan sonra perdeyi kapatmak isteyince elimde kalıyor. Artık sadece gülebiliyoruz. Yedek yastık yok. Tahta gibi yastıklara mahkumuz. Tamam sorun yok diye bir birimizi yatıştırmaya çalışıyorduk ki, aşşağıdan çekiç sesleri gelmeye başlayınca yeter deyip müdür yardımcısı odasına dalıyorum. Üç tane usta hararetle çalışıyorlar. Yahu durun yapmayın desemde adamlar talimatı almış. Yarın öğretmenler günü yetiştirmemiz lazım, biz emir kuluyuz diyorlar. lafın bittiği yer. uslu uslu çıkıyorum odama.
           Uykusuz bir gecenin ardından sabah 7:30 da restorana iniyorum. Kapı duvar. Ne gelen var ne giden. Halbuki akşam, sabah yedide kahvaltı hazır demişlerdi. Bekleyemeyeceğim için iniyorum aşşağıya. Lokal olarak kullandıkları yerde kahvaltı eden birini görünce dönüyorum. Uykulu ve sinirli bir abi, bıyıklarıyla çenesinin arasından net bir emir sallıyor "bekle". Yaklaşın 15dak sonra iki dilim domates, bir kaç zeytin , o hiç sevmediğim kutu yağ ve baldan oluşan kahvaltım yanında soğuk çayla önüme atılıyor. abi ye itiraz ne mümkün ağzımı açsam dövecek. İnatla parasını ödedim ya yiyorum. Bende bu kadar vukuat var diye sonradan arkadaşlara anlatınca onlarda bir solukta sıralayı veriyorlar. Sıcak su akmıyor, klimanın gacırtısından uyuyamadık. Balkon kapısı kilitlenmediği için rahatsız olduk. ve tüm bu rahatsızlık için adam başı 25tl ödedik.
      Uyarması bizden, oradaki görevli arkadaşlarada gerekli uyarılarda bulunduk ama aldığımız cevaplar genelde bahaneydi bizi anladıklarını sanmıyorum. Orayı idare eden ve kontrol eden arkadaşlara tavsiyem bu yazıdan rahatsızlık duymak yerine kaale alın ve eksikleriniz tamamlama yoluna gidin. Maalesef ki evimize döndükten sonra konuştuğumuz bir çok öğretmen arkadaşımız aynı şikayetlerin bir çok öğretmen evi içinde geçerli olduğundan bahsettiler. Mutlaka iyi yönetilen yerlerde vardır, biz kötüsüne denk geldik. Siz aynı hataya düşmeyin.


23 Kasım 2009 Pazartesi

Şirincede, bir şirin kaçamak.


      Belki de üç nesle ev işlerinde eşlik etmiş olan hamur teknesi,  bu satırları  yazmaya çalışırken hemen sağ yanımda şahitlikte. Taş bir sedirin üzerinde, bahçeyi donatan mandalin ağacının müsaade ettiğince şirince vadisine bakıyorum. İnce bir son bahar serinine inat parlak sonbahar güneşi aydınlatıyor zeytinlikleri. Şirince dik bir yamaca oturtuluvermiş. Her biri oyuncak gibi küçücük rum evleri bir birinin dibi sıra sıralanmış. Dar,dik taş sokaklar iki kişinin yan yana geçebileciği kadar genişlikte. Sarmalıyor şirince insanı. Samimi ve şahsiyetli bir yerleşke. Çok fazla biz kokmuyor önceki medeniyeti daha bir hatırlatıyor. Tarihi iki kiliseye karşılık bir adet camisi var. Tabii ki talep kiliseye cami yerel halk için. bu iç içe girmiş medeniyetler curcunası ilginç bir gizem hissettiriyor. Biraz hayalci bir gezgin için yazılacak çok hikayeler çıkıverecekmiş gibi. Gebe bir atmosfer yani. Doğumu uzak ama gebelik belirgin. Bu muhteşem havayı her yarıktan fışkırtılmış, ticari atmosfer bozuyor sadece. Harika bir ahşap konak şaraphane, huzur içinde ölmeyi hayalleyebileceğiniz bir bahçe ise gözlemeci kokularında.
            Pansiyonumuz bahçesinde oturmak bile o hayulanın içinde olmaktan hoş geliyor ruh halime. İki bülbül karşılıklı aşk şarkılarıyla çınlatıyor bahçeyi. Uzaktan köylülerin bahçelerinde çalışırken çıkardıkları sesler belli belirsiz katılıyor aşk şarkılarına. Romantizm ve realizm kol kola. O an için dinlenmekte olan ruhuma zeytin bahçelerinin çalışkanlığı şiir gibi geliyor. Havada belli belirsiz zeytin yağı kokusu asılı duruyor. Rahatsızlık verici olmaktan uzak ama kendini de unutturmuyor. Oksijen dolu hava, zeytin yağı kokularına yeni yeni yakılmaya başlanan odun ocaklarının kokusu da eklenince çocukluğumun köy hatıraları tamam oluyor. Belki bunca gezerken aradığımız o eski tadlar. Belkide yeni biyer değil aranan, kafamıza bir şekilde yerleşmiş eskilerimizi arıyoruz. Umarım aradığımız her neyse ömür boyu bulamayızda gezmeye devam ederiz. 
not:Bu yazı için kullanılan fotoğraf internetten alınmıştır. Çekenin ellerine sağlık. Basit yazımı güzelleştirmemde çok yardımı oldu.Teşekkürler.




Oteller